7 Haziran seçimlerinden sonra kaleme aldığımız bir yazımızda, seçimlerden istenilen sonucun çıkmamasının en önemli nedenlerinden birinin Ak Parti gençliğinin bir ideale sahip olmaması şeklinde işaretlemiştik. Evet, gençlik hâlâ idealsiz ve 1 Kasım seçimleri buna rağmen kazanıldı; ancak nihai zafere erişecek olanlar yine önünde uzun yıllar bulunan gençlik olacağı için birazcık telaşlanmalıyız. Zira bu yazımızda özetleyeceğimiz vakıalar, “şurada burada nargile içiyorlar”, “tesbih sallayıp dünyayı kurtarıyorlar” şeklindeki yakınmalardan çok daha vahim meselelere dair…
Bu meseleleri başlıca dört madde çerçevesinde özetleyeceğiz.
Birincisi, bugün gençliğin en büyük problemlerinden birisi Batı menşeili kavramlar çerçevesinde düşünmeleridir. Bilhassa “demokrasi” mefhumu farkında olarak yahut olmayarak öylesine özümsenmiş ki, demokratik telakkiler dışında hiçbir şey yapılamaz, hatta düşünülemez hale gelmiştir. Bir dost meclisinde sohbet ederken, Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken tutuklanması sırasında neden insanların fiili bir direniş sergilemediğini söyledikten sonra, “ama biz böyle bir gelenekten gelmiyoruz ki” karşılığını almıştım. İçimden “o halde İstanbul’un Fethi kutlamalarında ne işin var!” demeden edemedim. Yani “onların” geleneğinde oturup beklemek, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini görmezden gelip sadece hukukî süreçleri takip etmek var. O bahsi geçen hukuk, İslâm hukuku olsa gam yemeyeceğiz.
İkinci olarak hayatımızı ne şekilde sürdürüp, sürdüremeyeceğimiz tamamıyla sandıktan çıkacak sonuca endekslenmiş durumda. Meselâ Ak Parti seçimleri kazanırsa memleket bir anda Müslümanlaşıyor, kaybeder ise kâfirleşiyor. Gençliğin muhakeme tarzı bu kadar basit ve mesnedsiz. Seçimler öncesinde hatimler indirilir, dualar edilir; seçimler kazanılsın diye… Neticeler açıklanıp, seçim Ak Parti tarafından kazanıldıktan sonra, Müslümanlar adına Müslümanlığa dair yapılması gereken her ne varsa Ak Parti’nin insafına bırakılır. Bir de unutmadan “demokrasi bayramı-şöleni” diye de bir kutlama tertip edilir.
Üçüncü olarak ise gençlerin kendilerine rol model olarak seçtikleri kişiler hakkındaki sıkıntı… Elemana bakıyorsun “… Hoca ne mükemmel adam yahu” diyor, neden diye sorduğumda “cihad bilinci var, erkek ve kızların erken yaşta evlenmesi gerektiğini söylüyor” cevabını veriyor. İnsan ister istemez gülüyor. Adamın tek derdi evlenmekmiş. Demek ki ben de evlendireceğimi vaad etsem benim de peşimden gelecek. İdealsizliğin gençleri düşürdüğü vaziyetin vahametini görebiliyor musunuz? Ama hata bu gençlerde değil; hata, İslâm’ın en temel bilgilerini sanki yeni bir şeymiş gibi evirip çevirip sunarak şöhret peşinde koşanlarda. Hâlbuki İslâm’ın temel zaruretlerinden olan bu bilgiler gerek ilmihâllerde, gerekse de büyüklerimizin eser ve sohbetlerinde zaten geçiyor. Elbette ki Müslüman olarak ilmi bulduğumuz yerde almakla mükellefiz; ancak iş o ilmin yanında “bonus” olarak gelen zehri sezip almamakta… Tıpkı Üstad Necib Fazıl’ın “…Nasıl Kur’an’ın şifa tesiri o mukaddes zülâli akıtacak olan borunun, yani insan ağzının kıymet ve saffetine bağlı ve üfürükçü marifetlerinden uzaksa, Hadislerin de ehemmiyet asliyeti onları nakleden, rivayetçiden rivayetçiye iliştiren, muhkemleştiren din büyüklerine tâbi…” sözündeki gibi “üfürükçü marifetleri”nden uzak kalmak lazım. Zira Vahhabilik, Mezhepsizlik ve Şialık o saf ve ari gençlerimizde bulaşıcı bir hastalık gibi hızla yayılmakta…
Dördüncüsü ve belki de en önemlilerinden bir tanesi de ne yaptığını, gayesinin ne olduğunu bilememek ve şuursuzca davranmak. Mesela, bu 29 Ekim’de, yani Hilafet ve medeniyetimizin temsilcisi ve savunucusu Osmanlı’nın resmi olarak yıkıldığı günde “İstiklâl Yürüyüşü” adı altında yapılan rezillik… Tamam belki iki gün sonra seçim var ve solcu ve Kemalistlerin gündem olmasını engellemek amaçlı yapılan bir gösteriydi ama onların gündem olmasını engelleyecek tek yöntem, onların yaptıklarını, yapacağını taklit etmek midir? Neden İstiklâl Caddesi’ne “Liva-ül Hamd”larla girip “La ilahe İllallah” sloganlarıyla orayı inletmediniz? Elin solcusu orak-çekiç bayrakları ve “Yobazlara geçit yok” diyerek oralarda pervasızca gösteri yapmasını biliyor ama… Meselâ biz de o zaman 10 Kasımda Anıtkabir’e çelenk bırakıp, malûm şahsa “atam” diyelim? Şimdi bana dediğinle çeliştin diyenler olacaktır, sıkı durun. Okuldan çıktım Beşiktaş sahile yürürken üzerinde “Atamızı saygı ve rahmetle anıyoruz” yazılı kocaman siyah bir pankart gördüm. Malûm zihniyete tâbi Beşiktaş Belediyesi asmıştır sanıp içimden “demek ki bunlar da böyle tatmin oluyorlar” der demez bir de ne göreyim: İmza, İBB… Bu sefer de “herhalde biz bu kadar riske rağmen bu seçimi oranı %20’yi bile geçmeyen kitleciği tatmin etmek için kazandık” dedim…
Velhasılı kelâm vaziyet baştan aşağı rezil ve bir toparlanmamızı ihtar eder mahiyette. Herkesin dilinde bir “dava” sözcüğü geziyor amma nedir bu dava bilen var mı? Dava demokratik-laik bir devlette istikrar mı, dava liberalizmin ülkemizde tamamen yerleşmesinde mi yoksa dava bundan önce uğrunda temkinlice yol alınan, belki zamanında makul sebeplerle gereği yapılamayan “Din-i mübin-i İslâm”ı hakim kılmak mı? Herkes aklını başına devşirip bunu iyice düşünsün ve samimi olsun ki saflar iyice netleşsin ve biz de işimizi yapalım.