Sözde İslâmcısı da dahil hepsi düzenci medya tarafından her türlü melanetin sergilendiği, bütün müsbet ve manevî duyguların körletildiği, aile bağlarının büyük bir zevkle tarumar edildiği, insanın ekonomik hayvana döndürüldüğü ve koruculuk gibi te­melinde ahlâksızlık ve ihanet olan bir çeteleşmenin varolduğu ve Batılılaş­ma denilen hayvanlaşmanın 80 yıldır dayatıldığı bu sistem çoktandır iflas etmiştir; Mardin’de ise sadece tavana vurmuştur ve vurmaya devam ede­cektir.
Bu katliamın tetikçileri aranıyor­sa, yukarıda saydıklarımızdır; en baş­ta sistemdir ve sonra sistemin ve ken­di egosunun kurbanı olanlardır. Sis­tem, kendi hatasını görmezden gel­mek için önce, “töre cinayeti, beşik kertmesi” gibi ucuz değerlendirmele­re kaçıyor; veya sistemin devamın­dan yana olanlar gerçekleri gizleme­yi tercih ediyor. Halbuki şunu açık­lıkla ifade edeyim ki, yok etmek için o kadar uğraştıkları töre olsa idi, Mardin katliamı olmazdı.
Tekrar ifade ediyorum: Töre olsa idi Mardin olmazdı.
Sistemin kötülüğünden bahsedip, faillerin vahşetini hafifletmek istemi­yorum; fakat sadece bir köyün değil bütün köylerin, bütün Anadolu coğ­rafyasının bozguncusu olan bir sisteme-bir düzene vurgu yapmak istiyo­rum. Bir günde bu hale gelmedik ve­ya getirilmedik. Bunun arka planı irdelenmeli, mes’uller tesbit edilmeli.
Şunu öncelikle belirtelim: Sistem bize ahlâksızlığı öğütlese de, biz on­lara uymamak, kendi vicdanımıza ve kendi dünya görüşümüze göre yaşa­mak zorundayız. Yoksa, vicdanı, ah­lakı, şahsiyeti olmayan birine döne­riz, bir canavar oluruz. Sistem böyle istiyor zaten; fakat her insanın bir vicdanı, bir direnme payı, bir tercihi söz konusudur. İnsan, tercihini sürü olmaktan yana da yapar, insan ol­maktan yana da yapar. Hayvan gibi de yaşar, insan gibi de.
Adına Laiklik de denen Batıcı sis­tem, nerede bir değer gördü mü, tam bir Yahudi zihniyeti ile üzerine hü­cum ediyor; en büyük düşman ola­rak, şahsiyeti, yiğitliği, dürüstlük ve samimiyeti görüyor. Yavşaklıklarını, şahsiyetsizliklerini Batı ve Amerikan köpekliklerini hatırlatanla­rı ise, “terörist, komünist, vatan ha­ini, dinci irticacı, bölücü vb.” sıfat­larla damgalamak istiyor. Kendi bir numaralı vatan haini- ABD ve AB’ye ülkeyi satan- iken karşı tarafa kendi sıfatını yapıştırıyor. Çocuklar Kuran öğrenmesin diye eğitim sistemini hiçbir ahlâkî ve eğitici kural tanıma­dan zorla değiştiren, vicdanın kayna­ğı olan dinî değerleri yok etmek için 80 yıldır mücadele eden Batıcı rejim muradına ermiştir, köylüsünü-şehirlisini parçalamıştır. 70 milyonu birbiri­ne düşman kılmıştır. Baba-oğula, kardeş-kardeşe, komşu-komşuya, hatta Müslüman-Müslümana düşman ol­muştur. Düzen tarafından birçok Müslüman da yavşatılmıştır. İnsanlar, haysiyetsizlik çukuruna düşürül­müştür. Balık baştan kokar hesabı olanlar olmuştur ve bizleri daha neler, ne facialar beklemektedir? Batılılaş­ma uğruna, bütün değerleri yok eden bir rejim ve çivisi çıkan bir toplum. Batılıların muradı gerçekleşmiştir.
Yazının başında “sözde İslâmcı medyası da” derken, iktidarla ve dolayısıyla dünyadaki hegemonik-hedonist-terörist düzenle birlikte hare­ket eden, Allaha kulluğu unutan söz­de ve yozlaşmış Müslümanları kastettiğimi belirteyim ve yavşamış Müslümanlar” tabiri bunlar için, Üs­tadın tesbitindeki gibi, “Geç geçebi­lirsen çamurdan..”
Balkondaki erkan-ı devlet, ülke insanlarını, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” düşüncesiyle, “yesin birbirlerini” hesabı birbirlerine kırdırıyor. Bakmayın Mardin katliamına dökülen timsah gözyaşlarına. Hiçbir devlet zevatının bir saksısı kadar kıy­metli değildir orada ölenler.
Bu arada halkın çoğunun da böy­le olduğunu sadece işin dedikodusu­nu yaptığını belirtelim ve hatta bu katliama gıbta ile bakanların çıkabileceğini üzülerek belirtelim. Durum vahimdir vesselam ve devrimden başka bir çözüm yoktur. Bütün sis­tem baştan aşağı değişmeden kurtu­luş yoktur; ne ahlakî, ne siyasî, ne hu­kukî, ne iktisadî kurtuluş yoktur.
Bu kadar dibe vurduktan sonra Üstad Necip Fazıl’ın Akıncı Güç (İBDA) kadrosuna ithaf ettiği “İslâmî Yenilemek” başlıklı yazısın­daki “Bunca zevalin ardından ancak kemâl çığırı açılabilir” tesbitine gelmiş bulunmaktayız.
Bu kadar olumsuz tablo içinden; Üstad’ın tarih ve hal muhasebesini hatırlatan ve O’nun “her şeyden be­ter, bizim kendi kendini sömürgeleş­tirme halimiz” gibi birçok tesbitini paylaşan Yusuf Kaplan’ın 6.5.2009 tarihli “Duran Tarihi Yeni Türkiye Başlatabilir” başlıklı Yeni Şafak’taki yazısından birkaç pasaj vermek isti­yoruz:
“Ancak mevcut algılama biçimle­rimizin ne olduğu, nasıl oluştuğu, bi­zi nasıl da inanılmaz bir ufuk daral­masının ve zihin körleşmesinin eşiği­ne fırlattığı fark edildiği zaman, Tür­kiye’nin bizim henüz göremediği­miz, fark edemediğimiz gücüne iliş­kin kurduğum cümlenin hiç de içi boş, anlamsız, abartılı bir cümle ol­madığı, bir hakikati ifade ettiği kolaylıkla fark edilecektir.”
“İşte benim Batılılar tarafından sömürgeleştirilmeyen ama kendi kendini sömürgeleştiren tek ülke Türkiye’dir, derken kastettiğim şey bu: Türkiye, teritoryal / toprak ba­ğımsızlığını korumuş ama medeniyet kurucu iddialarının inşa ettiği ruhu­nu, rüyalarını ve iddialarını terk ede­rek, ontolojik ve epistemolojik ba­ğımsızlığını yitirmiştir.”
“1500 yıllık dünya tarihi, Batı uy­garlığı ile İslâm medeniyeti arasında yaşanan bir tarihtir. Ayrıca modern dünya tarihinin şekillenmesinde iki aktör birinci derecede belirleyici rol oynamıştır: Avrupa ve Osmanlı.” “Son yüzyılda Avrupa da, Osman­lı da tarihten çekildi. Bugün dünya'nın büyük sorunlarla boğuşmasının temel nedeni Avrupa’dan ve Osmanlı’dan boşalan vakumun, tarihî bir derinliğe ve birikime sahip olmayan ABD tarafından doldurulmaya çalışılıyor olmasıdır.”
“Yani tarih durmuş, dünya tarihi rayından çıkmıştır. Dünya tarihi yeniden rayına oturarak harekete geçirecek aktör, bu kez Avrupa olmayacak; bilakis gerçek anlamda bağımsızlığına kavuşarak, medeniyet iddi­alarını yeniden benimseyip hayata geçirme yolculuğuna soyunabilmek için zorlu bir rehabilitasyon, restoras­yon ve rotasyon süreci yaşayan yeni Türkiye olacak.”
Kurtuluşumuz için hayati öneme haiz ve “ben kimim?” sualiyle eş de­ğer gördüğümüz şu ilaveyi de biz ya­palım:
Üstad; “lafını çok dinledik şimdi iş inkılapta!” diyerek tarihin akışını tersine çevirecek bir sistem ve aksi­yon sahibi Salih Mirzabeyoğlu’nu yetiştirmiştir. Bir milletin varlığını mümkün kılan iddialarını, ruhunu, rüyalarını hem koruyarak, hem değişen şartlarda yenileyerek taze bir ruh üfleyen, yeniden üretebilen bir ümid ve aksiyon mihrakı olan İBDA Mi­marı Salih Mirzabeyoğlu’na düşman­lık da bütün bu vasıflarından dolayı­dır, dostluk da bundan. Sistem ve bu sistemden beslenenler, bunun için Mirzabeyoğlu’nu istemiyor, hatta Mardin’ler devam etsin diyor…
 
Baran Dergisi 122. Sayı
14 Mayıs 2009