Biz uyardık! Yolu çizdik, "derin ve ince İslam stratejisi"ni gösterdik! O gün dinlenmedi, çocukça mızıkçılık yapılmadı, duvara toslandı, şimdi de senelerdir uyarıyor, dikkat edin diyoruz, baştaki adam bir şeyler yapmak için çırpınıyor olsa da maiyetindekilerin mahiyeti arızalı ve eski hastalıklar ile bezeli olduğu için iyilik gayesiyle çıkılmış işler tersine dönüyor! O zaman da "bu partinin değil bu adamın hala ayakta kalmasının tek sebebi samimiyeti" diyor ve "ama nereye kadar, sağına soluna bak!" diye ilave ediyoruz.

*

Büyük Doğu Mimarı uyardı seneler önce:

"- Şimdiye dek gösterdiğimiz gibi, neler yapılması gerekirken yapılmadığını ve neler yapılmaması icâp ederken yapıldığını üç maddede hülâsa edebiliriz:

1 - Aslâ hükûmete girilmeyecek, daima muhalefet safında kalınacak ve bütün icraata karşı "işte bu felâketler bizim idealimizin iş başında bulunmamasından doğuyor!" mânası muhafaza edilecek ve her şey İslâmın (anti tez)i olmakla suçlanıp, büyük ideal, aks-i dâva yolundan kuvvetlendirilecekti. Bunun için Mecliste kurulan elli kişilik köprübaşı icra meydanına kapalı bir hisar halinde tutulacak, toprak üstü ve altı yollardan bu dâvanın gençliği ve zinde kuvvetleriyle haşrü neşr olunacak, bunlar yetiştirilecek, geliştirilecek, köy köy, kent kent, meydan meydan, minber minber, kürsü kürsü, çalışılacak, millet nazarında bütün hükûmet tecrübeleri iflâsa uğratıldıktan sonra bir hamlede Meclis ekseriyetinin sağlanması stratejisine bağlanılacaktı. Başlıca sır bu noktadaydı ve bu sır çiğnendi."

Büyük Doğu Mimarının MSP için söylediği bu sözler, "o döneme aittir" damgası vurulamayacak ehemmiyeti haizdir. Kastedilen "muhalefet" kavramı, bir siyasi partinin hükümet olamadığı zaman boynuna astığı bir levha olarak görülmemelidir. Meclise girme gücüne kavuşan fakat ekseriyeti sağlayamayan partinin, muhalefet bile olsa eline geçirdiği eskisinden çok daha fazla ve "meşru faaliyet imkanı" da sağlayan şartları kullanarak Büyük İdeal uğruna memleket sathında teşkilatlanmasını, "demokratik özgürlük" çatısı altında "derin ve ince İslam stratejisini" yaymasını, mevcut hükümetin yapacağı "bütün icraata karşı "işte bu felâketler bizim idealimizin iş başında bulunmamasından doğuyor!" mânası muhafaza" edilmesi kapsamında bir savaş cephesi anlamında görmek gerekiyordu "muhalefet" kavramını. Olmadı. Zorlukla toparlanan "İslami cemaatler", "Bay Aero Dinamik" ve "balmumu adamları" eliyle küstürüldü, dağıtıldı. 1975'lerde olan bu "dağıtma", 1991 seçimlerinde RP-MCP-İDP ittifakında İBDA Mimarının tabiriyle "kelle sayımızı öğrenmek" için kısmen tekrar "toparlanma" haline dönüşmüş fakat "patates dini" gibi tabirler kullanan "eski balmumu adamların rezil kopyaları" eliyle tekrar dağıtılmıştır. Bu dönem "bir kısım unsurların" devreye girerek "yeni imkanlar" açma dönemidir ayrıca. Özal ailesinin hem kendi partileri ANAP hem Korkut Özal eliyle, bilhassa İskenderpaşa cemaati içerisinde olmak üzere, "Bay Aero Dinamik"in partisi ile Nurcu gruplara yaptığı "sondaj çalışmaları", Müslümanlar üzerindeki (patates dini zorlamasıyla oluşturulan) "tek parti baskısını" azaltmış ama bu sefer de başka bir tuzağın içine çekilmeye sebep olmuştur ki, Özal ailesinin açtığı rezil bir sürecin içinde yaşıyoruz hala.

Büyük Doğu Mimarından okuyoruz dünü ve bugünü:

"2 - Maiyette hükûmet olmaya razı olduktan sonra da, birdenbire rahata kavuşup "Bak, onlardan daha iyi idare ederiz!" kabilinden miskin ve cüce verimler aramak yerine, yapının temelinden değişmesi politikası üzerinden gidilecek ve patlak verme noktasına kadar cesaretle "ulvî ve ebedî esasların yolu" tutulacaktı. Patlak noktasında ise mukabele "Ey millet, gördün mü, bu memlekette demokrasi var mıymış, yok muymuş?" cevabından ibaret kalacak, her şey göze alınacak veya her felâketin hükûmete girmekten geldiği veya gelebileceği düşünülerek, girdikten sonra bile punduna getirip çıkış geçidi açık bulundurulacaktı.

*

Bu nâzik sevk ve idare dehası yerine CHP sancağını taşıyan bir gemide "Ben makineyi daha iyi işletirim, ben dümeni daha iyi tutarım, ben düdüğün ipini daha hünerli çekerim!" gibilerden mevziî ustalıklara iltifat edilmiş; dâvanın, sancağı indirmek ve geminin omurgasını değiştirmek olduğu unutulmuştur. Üstelik bu mevziî hünerlerde de yaya kalınmış ve ne din işlerine memur Devlet Bakanlığında, ne iç nizamın muhafızı İçişleri makamında, ne de iktisadî bünye nâzım ve murâkıbı Sanayi ve Ticaret Bakanlıklarında zerrece şahsiyet gösterilebilmiştir. Bir sürü rüşvet ve menfaat masalı ise bir yana... Âdiliklerin bu derecesi önünde fikir yürütmeye tenezzül gösteremeyiz."

MSP-CHP koalisyonu için yazmış yazan! Satır satır okuyun, bugünü göreceksiniz.

*

“Davanın, sancağı indirmek ve geminin omurgasını değiştirmek olduğu unutulmuştur!”

Bakın, zihniniz bu hedefe mıhlı olur, aktüel politika içinde "iş ve aş" ile bunlar sayesinde çıkacak kazurat için toprak altına "son moda! borular" döşeme ameliyesiyle uğraşır, hakkıyla yerine getirmeye (halkın aklı gözündedir) çalışırsınız; nihayetinde hükümet çarkına gelmişsiniz bir, iki bilemediniz en fazlasıyla üç döneminiz vardır sancağı indirmek ve geminin omurgasını değiştirmek için ve bu da "seçimler"de başarılı neticeler almanıza bağlıdır çünkü.

"Hükümet işleri" denilen "müreffeh ve bayındır ülke" faaliyetleri, "derin ve ince İslam stratejisi" içinde bir "taktik hamle" veya "omurgayı değiştirmenin hilesi" olarak görülmesi gerekirken, asıl haline dönüştü!

15 Temmuz gibi halk direnişinin tek bir komutla ortaya konulduğu gün yaşanmışken, 18 Temmuz'da, Kısıklı'da "Metrolar, havaalanları yapmamıza engel olamayacaklar." deniliyor veya denilmek zorunda kalınıyorsa, Büyük Doğu Mimarı’nın "ikinci şıkkı"nı da aşan bir hal var demektir.

Erdoğan'ın vefa veya güven duygusunun istismarı ile aldatıldığı ve ama çok aşikâr olduğunda kendisinin de itirafı (öz eleştiri) ile sabit. O meşhur aldatma haricinde de can yakıcı, itiraf edilemeyen ama fiili hali ile gözüken, gösterdiği başka istismarlar da mevcut.

*

Hayalleriniz bile çocukça! Armutla elmanın toplanmayacağını bacak kadar çocuk bilirken, "gözüne girelim... namımız olsun..." niyetiyle verilen "hayalî projelere" destek verildiğinde hem toparlamak, toparlanmak zor oluyor hem nakit ve vakit israfı oluyor hem de "reformun reformunun reform paketi" açıklamaları ile kötü niyetli tırmalamalara zemin veriliyor. "Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik bir sosyal devlettir!" Bu elma oluyor. Faiz sıfır olmadan, "Faizleri düşüreceğiz, arttırmayacağız" demek de armut! İktisadi olarak her zerrenle "küresel ekonomi ve aygıtlarına/enstrümanlarına" bağlıysan, üretim yapan fabrika bacaları yerine, uyduruk "montaj ama yerli" ["o….u ama yakışıyor haspaya!"] kandırmacısıyla dolu kendini fabrika sanan tornavida-vida işiyle meşgul atölyeler etrafı sarmışsa, cari açığın en büyük avantajın ve en büyük handikapın halinde ortaya çıkıyorsa, faizleri arttırmaya mecbur kalırsın veya arttırmayıp "millî ve yerli para"nın kıymetsiz hale gelmesine razı olursun! Razı olduğun noktada da içeride hayat "pahalı" olmaya başlar, merkez olarak gördüğün bankada da "el alemin parası" dışında bir şey kalmaz! Çünkü sistem faiz üzerinde dönüyor! Ve vefa veya istismar sebebiyle "başa gelen hali" de fiili itiraf olarak "reformun reformunun reform paketi" halinde gören göze ifşa edersin!

Hukuk ve adalet mekanizması, aslında iktisadi hayata ve her şeye yön verecek bu sahada "arzedilen" raporlar haricinde kimsenin beyanına bakmaksanız da ortada dönen dolapları bırakın, 15 Temmuz'da şahsınıza yönelik eylemleri bile içyüzüyle göremez, arkanızda "oligarşik cuntalar" oluşmasına sebep olursunuz.

*

Büyük Doğu Mimarının "üçüncü şıkkı", ortaya atılan kof "Milli Görüş... Büyük Türkiye... Ağır Sanayi Hamlesi…" üçkâğıtçılığı üzerinedir ki, mevcut hükümet partisinin böyle iddiaları olmadığından ve idari kadrosu bakımından da Milli Görüş şeysi harici kişiler hakim olduğundan iktibas yapmaya gerek görmedik.

Peki parti idarecileri neyi savunuyor? İşte orası muamma! 15 Temmuz ertesinde ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK'lerdeki yanlışlıklar sağır sultanın bile duyduğu işler. Darbe davalarında kimin niçin cezalandırıldığının kesin olarak ortaya çıkarılmadığı kararlar da böyle. Sadece ifade hürriyetini kullandı diye GATA’nın başındaki zatın görevden alınması ve ilaveten hekimlikten men edilmesi de. Bunlar mıdır bilemeyiz sebep ama, adalet bakanı dahi yargıdan şikayetçi durumda, bu da bilinen bir şey.

Şimdi okuyucu düşünsün, parti idarecileri neyi savunuyor, diye. Baştaki adamın, Erdoğan'ın arkasını getirme imkânı bulamadığı bir ideali var, "Büyük Doğu'yu inşa etme!" Tepedeki bunu söylüyor ise maiyetindekilerin de buna göre davranması gerekir. Ama olmuyor. Çünkü "sancağı indirip, omurgayı değiştirmek" gibi bir görevleri olduğunu, milletin onları 15 Temmuz öncesi ve sonrası bunun için ayakta tuttuğunu unutmuşlar, eski ve köhne sancağı zemzemle yıkayıp ellerine almış ve omurgasızlığı tercih etmişlerdir!

Akıncı tabelasını boyunlarından çıkarıp "ihaleler" ile bitleri kanlanan "müteahhit" ve "gül'e biatli" sahte medeniyet hareketinin "güney rüzgarlı" kof korkulukları bir yandan! Başlarındaki Avdeti ailenin "eşek hürriyetine sahip açık toplum ideali" altında frensiz uçuruma giden n'idüğü belirsizler bir yandan! Mürşidin vefatı sonrası mürşit beğenmeyen, "Bay Aero Dinamik" uğruna "tekke kaçkını" damgasını yiyen, az sonra onu da "teklif"siz terk edip bir garip yolcu olarak hayatını idame ettirenler bir yandan! Bunlar ve ismini saymaya gerek görmediğimiz diğer "grup/çeteler" kendi aralarında hakimiyet kavgası yapıp sahalarını genişletmeye çalışıyorken, bu kavgaları "memleket meselesi" olarak kendilerine bağladıkları üzerinden lanse etmeye çalışıyorlar!

*

Bunlar ve gibileri koltuk kavgası ile uğraşırken, arkasına saklanıp iş çevirdikleri Cumhurbaşkanı Erdoğan bir devlet projesini sessizce ilân etmişti: “70 milyon hep birlikte Büyük Doğu’yu inşa edeceğiz!”

İster Kemalizm deyin ister tek parti deyin fark etmez, yaptıkları zulmü Dersim faciası üzerinden eline aldığı Son Devrin Din Mazlumları eseri üzerinden yapması artık hesaplaşma ve yeni sistemin temellerinin atılma işareti olarak görülmesi gerekirken, bu ıvır zıvır menfaat grupları kulaklarının üstüne yatmayı tercih ettiler. Onlar için hesaplaşma değil statü ve çetelerinin hakimiyet sahası önemliydi. Onlar için "İslam davası" değil "demokrasi mücadelesi tarihine" geçmek önemliydi. Açık ve net!

15 Temmuz'dan sonra bile, arkalarında muazzam halk desteği olmasına rağmen sancağı indirip, omurgayı değiştirmek akıllarının ucuna bile gelmiyorsa, olan budur çünkü.

Ama artık zor günler geliyor. Açık bu. Erdoğan fiili hali ile ortada olanı gördüğünü "hukuk ve ekonomide reform" kararını ilan ederek zor günlere hazırlık yapıyor. Ne kadar yeterli olur bilmiyoruz, ama "samimiyeti" sebebiyle arkasında durmak boynumuzun borcudur.

Mirzabeyoğlu 1991'de, o "kelle sayısını tespit" vakti dönemi, “Bir yanımda Akıncılar, Ülkücüler diğer yanımda ise Kürtler Filistin’e gideceğim!” demişti.

Her samimi İBDA bağlısı tek tek Mirzabeyoğlu'dur! Erdoğan'ın sağlı sollu darbelere rağmen ayakta tuttuğu, 15 Temmuz'da bizimle beraber sokaklarda olan Ülkücüleri hatırlayın, "bir yanda" olan Akıncı ve Ülkücü tablosu hazır gibidir. "Diğer yanda" olan Kürtler de İmralı sakini devreye sokulduğunda hazır olacak gibidir.

Bu tablonun önünde hiçbir güç duramaz! Bu tablonun gerekliliği ve kıymetini de yukarıda bahsettiğimiz çeteler hiçbir şekilde anlamaz ve üstelik küçük menfaatlerine aykırı olacağından engellemek için de her şeyi şimdi olduğu gibi yaparlar.

Bu çetelerin güçleri izafidir, bunu herkes bilsin. Tek bir hamle ile tek tek düşerler satranç tahtası üzerinden. Gerçek yüzlerini gören gerek parti gerek bürokrasi içindeki samimiler umutsuzluk veya "tek başımıza bir şey yapamayız" menfi ruh halinden kurtulmak, birleşmek ve seslerini çıkarmak zorundadırlar, ki buna dair nüveler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Burada tek dikkat edilecek hassasiyet, Akıncı ve Ülkücü tablosunu bozmadan menfaatperestleri ifşa değil -çünkü zarar verirler- çekilmeye zorlayıcı hamleler yapmak!

Hedef bellidir: "Sancağı indirip omurgayı değiştirmek!"

Cüretli ve ısrarlı, kararlı hareket ile an kadar yakındır bu.

Baran Dergisi 724. Sayı