Sosyal, siyasî ve İktisadî müesseselerin kuruluşu, yükselişi ve yıkılışı ilgimi çeker. Hayatın dinamik­liği karşısında tutunanlar ve tutunamayanlar; bir canlı organizma gibi hayat öyküsü.
Ayakkabı sektörünün önde gelen firmalarından olan ve Polaris markasıyla zirve yapan Ziylan Grup’un Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ziy­lan’la Zaman Gazetesi’nden Günseli Özen Ocakoğlu’nun yaptığı röportajı okuyorum...
Ziylan Grup ticarî alanda faaliyet göstermektedir. Bu firmanın başarısı­nın temelinde, kaliteli üretimin yanı sıra pazarlama ve pazarlama iletişimi­ne verdiği önem yatıyor. İletişim stra­tejisi olarak doğru zamanda doğru hamleleri yapan Grup, 2001 krizinden terlik pazarında lider marka olarak çıkmıştı. Ticarî eğitim (iş içinde eği­tim), estetik, propaganda ve zamanla­ma diye özetleyebileceğimiz, siyasî ve soysal alanda geçerli ilkeler burada da geçerli.
Krizden dolayı herkesin ümitsiz olduğu, hamle gücünü yitirip kabuğu­na çekildiği demde, plânlı, şuurlu ve inançlı bir şekilde atağa geçen Polaris firması birden yükselmeye başlar ve ciddiye bile alınmayan bir firma iken, Piyasanın bir numarası olur. Bu iş nasıl oldu, mutfağında neler döndü? Hangi kritik kararlar ve tercihler önemli oldu? Röportajda bunlar var, kısaca değineceğim.
Önce sabırla ve tutkuyla yapılan işin başarısı görülüyor. Doğru za­manda verilen doğru kararlar ve risk almayı bilmek de bunu destekleyince, hiç ihtimâl verilmeyen firma piyasayı ele geçirir. Fakat bu o kadar kolay ol­madı. Belki yükseliş zahirde birden oldu ama bunun pişme süreci sancılı oldu. “Yola devam mı, tamam mı?” soruları soruldu. Girişimiyle şirketin önünü açan Mehmet Ziylan, kendi ser­mayesini tek taraflı risk ederek kriz döneminde devamdan yana ısrarcı ol­du. Onun bu inancını gören diğer or­taklar “birlikte yürüyelim” dedi.
Teşkilât, kadro ve iş bölümü... Farklı yetenek ve mizaçları, hareketin tabiî gidişatı içinde inşâ etmek. Hare­kete fikrin damgasını vurmak.
“Güneş yenilenmez, göz yenilenir” esprisi içinde değerlendirmemiz gere­ken ve hiç eskimeyen İBDA Külliya­tının “İdeolocya ve İhtilâl” adlı ese­rinden bizde çağrışım yapan mevzu­lar... Her safha ve basamakta değişen sebeblerle hedefe doğru, kendimizde düzeltme ve düzenleme yapmak... Es­kiyen kendimizi “eskimez” ölçülerle yenilemek.
Farklı yetenekteki ortakların işbö­lümünü şöyle güzel bir misâlle anlatı­yor Mehmet Ziylan:
“Ben grubun haylaz çocuğuyum. Ortaklarımızdan Mehmet Büyükekşi düşünen mantıklı adam, diğer ortağı­mız Aykut Büyükekşi de grubun garanticisidir. Bu üçlüyü bir arabaya benze­tirsek ben gazı, Aykut Büyükekşi freni, Mehmet Büyükekşi de ikimizin arasın­da müthiş bir denge kurarak debriyaj görevini görür. Mehmet Büyükekşi za­man zaman debriyajdan ayağını çeke­rek grubun hızlanmasına izin verir­ken, bazen Aykut Büyükekşi’nin freni hayatımızı kurtardı. Bazen de benim gazım hamle yapmamızı sağladı. Hep derler ya ekip çalışması, işte bu da tam bir ekip çalışması oldu."
Sabırla çalışmak... Kâh açılan, kâh kapanan havalara bakıp morali boz­mamak veya hemen ümitlenmemek. Adetâ iğneyle kuyu kazarcasına, sabır­la yatırım yapmak. Tecrübelerden fay­dalanmak ve yeniliklere açık olmak... Sahada olanın kazançlı olduğunu hiç­bir zaman unutmamak ve mevzii hiç­bir zaman terk etmemek... Kısa ne­fesli ve tez canlı olmamak... Başkala­rı batarken ayakta kalmak.
Şunları da ilave edelim:
Krizlerden ve operasyonlardan bünyeyi sağlamlaştırarak kârlı çık­mak. Güçsüzler krizde elenirken, güç­lenerek çıkmayı bilmek:
“Rekabeti seven bir kişiliğim var. 2001 krizinde durmak yerine, zaten çok ucuzlamış mecralara reklam veri­riz. O gün için 250 bin dolarlık reklam bütçesi ayrılır. Bu hamleyle Pazar li­deri olduk." diyor Mehmet Ziylan.
Polaris markasını reklamla piyasa­ya yerleştirirken, mevzuunda da derin­leşir Ziylan Grubu. Bir üniversiteden, ayaktaki tüm sinirlerin geçtiği beş noktayı tesbit ettirir. “Modayla rahatlı­ğı birleştirdik mükemmel sonuç Pola­ris” mesajıyla reklama dönüşür.
Emek, tecrübe ve işinde derinleş­me... İş içinde eğitim, branşlaşma ve gittikçe derinleşme. Mevzuunda yo­ğunlaşma.
Ayaklara ve ayakkabılara yoğun­laşmanın sonucu olan şu sosyal tesbitler de ilgimi çekti:
“Türk erkekleri ayak sağlığına, ka­dınlardan daha fazla önem veriyor. Seçimde genç yaşlarda şıklık, ilerle­yen yaşlarda ise rahatlık önem kaza­nıyor. Türk kadını Alman tarzını değil de İtalyan tasarımını seviyor. Yüzde 40’ımız gerçek ayakkabı numarasını bilmiyor; kadınlar 1 numara küçük, erkekler ise 1 numara büyük ayakkabı satın alıyor. Erkekler dışa, kadınlar ise başparmak ve ikinci parmağa bas­kı yaparak yürüyor. Türkiye ’de genel olarak ayak yapısı kısa ve tombul. Türkiye Avrupa ülkelerine göre düztaban problemini en az yaşayan ülke. Genç neslin ayakları giderek büyüyor, artık 41 numara bayan ayakkabısı da üretilmeye başladı.'''
BARAN’ın editörü, bu bilgileri fazla ve gereksiz görüp derginin muh­teva yoğunluğundan çıkarmaz inşal­lah. Mevzuunda derişleşmeye, gözlem ve araştırma yapmaya, uzmanlaşmaya misâl gördüğümden dolayı sizinle paylaşmak istedim. Bazı siyasî pole­miklerden önemli gördüm.
Siyasette de, sporda da, sosyal ha­reketlerde de yukarıdaki kuralların ge­çerli olduğunun hepimiz bilincinde­yiz.
İdeolocya ve İhtilâl’de geçen şu ifadeleri hatırladım:
“Her şey hazırken, onları sıfıra in­diren ve tesirsiz kılan bir eksiklik var: İhtilâl şuuru!”
Bunu ben iktibas ettim diye “anladım-yaptım” mânâsına gelmediği­ni/gelemeyeceğini belirtmek istiyo­rum. Gönüldaşlar arasında karşılaştı­ğım böyle bir olumsuz pozisyona düş­mek istemem. Yani kısaca, iş bilenin, kılıç kuşananın.
Aynı iktibasın devamında ise, vazi­femiz şöyle işaretlenmiş:
“Bu şuuru, ihtilâl şuurunu, daima diri tutmak...”
Tekerlemeden kurtulmak, bezgin­likten ve bıkkınlıktan uzak durmak. “Harekete fikrin damgasını vurmak" şartı olarak, yenilenme ve anlama he­yecanını kışkırtmak.
Kendimizden başlayarak.
 
 
Baran Dergisi 132. Sayı
23 Temmuz 2009